Asker Uğurlamada, eğlencenize, mutluluğunuza, sevincinize katkı sağlayacak en önemli unsurlardan biri de davul zurna çalma ekibidir. Asker Uğurlama ve diğer organizasyonlarınızın en güzel şekiller de olmasını istiyorsanız, ekibimize ulaşmanız yeterli olacaktır. Asker Uğurlamanız varsa ve kaliteli, güvenilir bir ekip ile beraber çalışmak istiyorsanız bizleri aramanız yeterli olacaktır. Güzel anılar biriktireceğiniz, hayatınız da bir defa yaşayacağınız ve seneler sonrasın da çocuklarınıza, torunlarınıza anlatacağınız, izleteceğiniz bu özel günü hatırladıkça mutlu olmanız için hizmet veriyoruz. Asker Uğurlama, oğlunuzun asla unutmayacağı o özel günün dört dörtlük geçmesini herkes ister ve bunun için uğraşır, çaba gösterir.
Bizim topraklarımız da Asker uğurlama törenleri sevincin ve hüznün bir arada yaşandığı güzide törenlerden biridir. Bu törenler de asker uğurlama şarkıları çalınır, asker uğurlama uygulamaları farklıdır. Davul ve zurna eşliğinde ilk önce askere düzenlenen kına gecesinde ardından uğurlama töreninde eğlence verilir. Askerimize uygulanan kına gecesi çalgılı çengili, davullu zurnalı, memleket türküleri, asker türküleri ile geçmektedir. Asker uğurlamaları ülkemizden başka hiç bir millette, dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir uygulamadır. Sevinç, gurur, üzüntü, ayrılık acısı, gözyaşı, eğlence kısacası her duyguyu bir arada yaşatan bir gecedir. Askere sadece Türkiye’de kına yakılır. Sadece Türkiye’de tören verilir gecesi düzenlenir ve davullar zurnalar İstiklal Marşı eşliğinde uğurlanır. Asker konvoyu bayraklar ile süslenir. Görsel anlam da herkesin duygularını okşayan bir görüntüsü vardır.
Önemli Not: Covid-19 (Pandemi) sürecinde sizlerin ve toplumun sağlığını önemsiyoruz. Bu kapsamda davul zurna ekiplerimiz gerekli tüm önlemleri alarak sizlere en güvenli hizmeti veriyoruz.
YETKİLİ : BAKİ ÖGRÜK
TELEFON: 0538 303 58 54
Davulun başka adları; köbürge, küvgür, tuğ, tavul, tabıl (babl)dır. Davul çalanlara davulçu, tabilzen, tabbal gibi adlar verilirdi. Davul, Türklerin kullandığı en eski musiki aletlerindendir. VIII yüzyılda köbürge, daha sonraları tuğ ve XI yüzyılda küvrüğ adını almıştır.
Davul, silindir biçiminde olup tahta veya madeni kasnağın iki yanına gerilmiş derilerin bağlanmasından meydana gelir. Omuza asılacak kaytanı ile vurulmasında kullanılan tokmak ve ince değnekten ibarettir. Mehterde ve halk arasında çalınan davullar, bu şekilde tokmak ve değnekle çalınır. Bando ve boru–trampet takımlarında kullanılan davullar ise değneksiz olarak yalnız ön tarafına tokmakla vurularak çalınır.
Davul, çok uzaklardan duyulabilecek bir ses gücüne sahiptir. Uzakta çalan bir takımın yaklaştınça ilk duyulan sazı davuldur. Davul, mehterhanelerde ritmleri en iyi vurabilen bir sazdır. Ses gücü ve ritmleri iyi belirtmesinden dolayı insanın taşıdığı en güclü sazlardan biridir.
Davulun, müzikte kullanılmasından başka, haber aracı olarak çeşitli işlerde kullandığı zamanlar olmuştur. Yalnız başına ilan ve haber verme işlerinde, bekar odalarında, hanlarda, şehirlerde, akşam kapilar kapanırken, yanqın haberinde, fetih haberinde, savaşta dağılmış askeri bir araya toplamakta, divar kuruluna haber vermek işlerinde, askeri saf düzeni alınmasını işaret etmekte ve kale kuşatmalarında düşman tağımlarının yerini bulmakta kullanılmış olduğu bilinmektedir.
Çeşitli işlerde kullanılan davulun aldığı görevler:
Tabl-ı beşaret,
Tabl-ı asayış,
Tablmı cenk veya saf,
Tabl-ı cenk-i harbi,
Tabl-ı derbent,
Tabl-ı orduğah nöbetleri,
Tabl-ı yangın haberleri,
Tabl-ı lağım bulma.
Tabl-ı Beşaret
Bir kale fethedildiği zaman çalınan davula verilen isimdir. Fetihler, fatihleri olan hükümdarlar tarafından fetihname veya beşaretname denilen mektuplarla komşu hükümetlere ve yurt içindeki şehirlere bildirilirdi. Fetih haberi alan şehirlerde, kalelerde fetih şenlikleri yapılırdı. Tabmı beşaret denilen davul çalınması da bu anlamdadır. Mısır seferinde Tumanbay ele geçirildiği zaman Yavuz Sultan Selimin huzuruna “tabl-ı beşaret” gümbürtüleri ve top gürültüleri arasında törenle çıkarılmıştı.
Tabl-ı Asayış
Savaşta gece bastırınca askerin dağılarak birbirinden ayrı düşmemesi için çalınan bir ritmdir. Asayiş davulu çalındıktan sonra çarpışmaya son verilir, herkes olduğu yerde kalır ve etrafa karakollar kurularak sabah olması beklenirdi.
Tabl-ı Cenk veya Saf
Savaşın başladığı anı belirlemek için çalınan davul tarafından yapılan bir çalış biçimidir. Bazen köşün (kös, tek derili olup madeni büyük bir kase üzerine gerilen deve ve benzeri hayvan derileriyle kaplı, iri bir çift tokmağı olan büyük duvallara denir.) katılmasıyla da çalındığı olurdu. Saf vuruşu çalındığında asker, bir çeşit savaş düzeni olan saf oluşturur ve bu şekilde savaşa girilirdi. Bundan böyle, XVI yüzyılın sonlarına kadar savaşlarda saf oluşturularak davulların ve köslerin saf usulü vurması devam etmiştir.
1402de ankara Savaşında Sultan Yıldırım Beyazıt, Timura karşı savaşa başlarken saf çalınıyordu: “Sultan Beyazıt sancakları çözdürdü. Kösler çalındı, saf–ber–saf bağlandı”.
Fatih Sultan Mehmet, Kara Buğdan kazasında, “Padişah buyurdu: Hey gaziler ne durursunuz, qayret-i islamdır. Ve illa saf saf olup alaylar bağlansın” dedi.
Tabl-ı Cenk-i Harbi
Biten savaştan sonra divan toplantısını haber vermek için çalınan davullara tabl-ı cenk-i harbi denir. 1456da Varnada, baskıncı Kazaklar yenilgiye uğradıktan sonra cenk-i harbi davulları ile divan kurulmuştu. “Bade Paşanın seraperdesi gelüp cümle orduyu islam tınab tınabe çataçet kurulup, cenk-i harbi tabılları döğdürüp divan-ı padişahi oldukta” ifadeleri kayıtta mevcuttur.
Tabl-ı Derbend
XVII yüzyılda kervansaraylarda, hanlarda ve bekar odalarında ve şehir kapılarında, yatsıdan sonra kapılar kapanacağından kimsenin içeri alınmaması veya dişarı çıkarılmaması veya dişarı çıkarılmaması için verilen işaret üzerine çalınan davullardır. Bu yüzyılda Malatyada bekar odalarında, Rumelide sınır kalelerinde, Tatvanda davul çalınıp kapılar örtülürdü. Tatvanda eskiden Süleyman Han (Kanuni zamanında) “Zal paşa burada müfid ve muhtasar bir kala bina ettürüp derbend çalınır olmuştu”.
Tabl-ı Ordugah Nöbetleri
Ordugahı koruyan karakol erlerinin ve kalelerde nöbet bekleyen erlerin uyumaması için için çalınan davullardır. Bu davullar çalarken yektir Allahdiye bağırırlardı. Mahmut Şevket Paşa da bunu şöyle bildiriyor: “Orduğah ve kalada asker hal-i teyakkuz ve intibah üzere bulundurmak için davul çalınır idi. Tablzen davul çaldıkları vakit ara sıra yektir Allahdeyü bağırırlar ve davulu ol vezinde çalarlar idi” demektedir.
Tabl-ı Yangın haberi
Istanbulda Ağa Kapısıındaki yangın köşkünden görülen yangınlarda çplınan davullardır.
Tabl-ı Lağım Bulma
Kale kuşatmalarında düşmanın, kale duvarlarını yıkmak için lağım kazıp kazmadığını anlamaya yarayan hassas davullara denir. Bunlar, yere dikili iki ağac üzerine oturtulur ve üstüne çomağı bağlanır. Tokmak titrerse düşmanın kazma faaliyetinde bulunduğu anlaşılır ve derhal karşı önlem alınırdı.
Türkler bu yönetimi Kanuni Sultan Süleymanın Rodos kuşatması sırasında bulmuşlar ve uygulamışlardır.
XVII yüzyılda da davul içine darı ve büğday koymak suretiyle düşman lağımları araştırılmıştır. 1657de Kazakların Özü kalesini kuşattıklarında, kalede bulunan Evliya Çelebi “Lakin onların lağım hilelerinden havf edüb kalanın içinde, divanlarında lağım yerleri arayup, kala divanları üzerine davullar koyup, davulların içine darı ve buğday döküp lağım hilesi gözetirdik. Küffar kala temelinü kazıp lağım ederse, davullar üzere darılar lağımcıların külüngü darbesinden sıçraşırlar, hamdullah öyle bir lağım hilesi duyulmadı” diyor.
Tarihin ilk çağlarından beri Asyada Hunlar, Mezarotamyada Sümerliler tarafından kullanıldığı anlaşılan davulları, Romalılar çarpıştıkları Hun ve Avarlarda görmüşlerdi. Avrupaya geçerek tanıtılıp yerleşmesini sağlayan ise XVI yüzyılda Osmanlı Türkleri olmuştur. Türk ordu mızıkasının baş sazı olan davul Avrupada “Turkische trommel” ve “tambour des Turcs” diye anılmaya başlamıştı. Osmanlı mehterhanesinden örnek alınarak Avrupada kurulan takımlardan, sanat musikisine de geçmişti. Bestesi Gluck, Mekke hacıları Operasında 1764 yıllarında davula yer vererek eserin içinde zille birlikte icra ettirmişti. Yakin Doğu memleketlerinde de daul, türklerden kalmalığını ismi ile birlikte sakladı: 1809da davula Mısırda “tabl Tourky” (tabl-ı Türki) libyada "toultanen Dourgnı (tabl-ı sultan-i Türki)" deniyordu. 1778–dan 1854e kadar geçen sürede, Villoteau, Mozin, Boistse ve başkanları tarafından davulların Türkmen kökenli olduğu iyice belirtilmiştir. Spontini La Vesatane (1807) ve Fernan da Cortes (1809) operalarında kullanıldıktan sonra davula orkestrada da yer verildi. Bethoven, savaş senfonisinde (1813) davula top gürültülerini canlandırtdı. Berlioz, Faustdakı Macar Marşında, Rossini ile Vagner de operlarında davul kullandılar.
Nefesli Türk halk çalgılarının en tiz ve en gür sesli çalgısıdır. Bu nedenle genellikle meydanlarda davul ile birlikte çalınmaktadır. Düğün bayram gibi önemli günlerde çalındığı gibi, eski Türklerin savaşlarına da katılıp mehter takımlarında da çok önemli bir yer almıştır. Üflemeli halk çalgılarının başında gelen zurnanın kökeni Ortaasya’ya dayanmaktadır. Yurdun her yöresinde açık hava çalgısı olarak davul ile birlikte yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Zurnanın boyu 30cm ile 56cm arasında değişmektedir. Gövde ve sipsi olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Ön yüzünde 7, arka yüzünde de 1 olmak üzere 8 adet ses perdesi bulunmaktadır. Bu perde deliklerinden başka kalak üzerinde daha küçük çaplarda “Şeytan Perdesi” denen perdeler bulunmaktadır.
Türkiye’de zurnalar doğudan batıya doğru gittikçe belirgin bir büyüme kaydettiği görülür. Büyüklük ve küçüklüklerine göre üç guruba ayrılırlar.
1. Kaba Zurna
2. Orta Zurna
3. Cura(Zil) Zurna
Zurnanın erik, şimşir ve zerdali ağacından yapılanları tercih edilmektedir
ZURNANIN TARİHSEL GELİŞİMİ
Zurna kelimesi Türkçe’dir. Farsça Sür ( düğün ) ile nüy ( düdük, boru ) kelimelerinin bir araya gelmesinden yapılma bir söz olduğu da iddia edilir. Buna ait bir iki kayıt şöyledir.
“ Nay-i Türki bazıları indine Sürnay’dır ki Türkide tarifle zurna dedikleridir. Sür ile Nay’den mürekkebdir. Sür-i ferah ve düğün ve “ iyş ü “ işaret Ma’nasındadır ve bir kavilde anifen nay maddesinde zikr olunan borudur ki Hata ve Huten Türkleri’ne mahsusdur”
“ Sürnay, Türkiide tarifle zurna derler, tabıl ile bilece çalarlar. Sür ile Nay’den mürekkebdir. Sür-i ferah ve düğün ve iyş’ü işret manasındadır. Saz-ı mezbur ekseriya düğünlerde ve eyyam-ı ferah ve iyyidde çalınmağla bu isimler tesmiye olundu ve ona sehnay dahi denir “
Bu kayıtlarda ve başka bir takım buna benzer kayıtlarda zurnanın Farsça olduğu gururla belirtilir ve Türkçe’ye sonradan girme bir kelime olduğu ileri sürülür. Halbuki zurna “ zur “ kökü ile “ na “ ekinden meydana gelmiş Türkçe sözdür. Yapılış bakımından “ turna “ kelimesinin aynıdır. “ zur “ kökü ses taklidini göstermektedir: Türkçe’de cur, yur, ır, cır, yır, sur, sar, car, şar, çar, sır, onomatopelerinin “ z “ ile başlayanından başka bir şey değildir.Sümerce’de sur, sir, ser kelimelerinin tegonni manasına alındığını biliyoruz. Görülüyorku bu kelimeler Sümerce’den beri müsiki ifade etmektedir. Hece başındaki ve ortasındaki ses değişmeleri kelimelerin mortolojik birliğine halel vermiyor.
Zurna kelimesinin Kalmuklar’da “ Zurr “ olarak bulunuşu ve muhtelif Türk lehçelerinde zurna adlarındaki ittıratsızlık da zurna’yı onometope olarak göstermektedir. “ Sırnay “ , “ Surnay “, “ Zurnay” ( kazan ), “ Sarna “ = “Sorna” ( Azarbaycan ).. “ San “ ve “ Sarna “ kökünden gelen “ Sarın “ = Teganni ( Şor, Televt, Kırgız lehşeleri ), “ Surnamak “ = şarkı söylemek (Karaim lehçesi ) kelimelerinden de zurna’nın ses taklidinden yapılma Türkçe bir söz olduğu anlaşılıyor
Çift - dilliler’in umumi adı Surna ( Zurna )’dır. Oldukça eski bir alet olan Surna’nın bilhassa yakınçağlarda Kaba, Cura, Asafi, Şihabi, Acemi....... gibi pek çeşitli tipleri yapılarak bir aile meydana getirilmiştir.
Zurna sazının Avrupa’ya pek erkek geçtiği ve “ Havbois “ ve başka adlarla orada tekammülünü tamamladığı tahmin edilir. XVIII. yy’da Avrupa’nın Türk Mehter Musikisi’ne dikkatle eğildiği sıralarda bestekarlar zurna işleyişli ezgilerini yazmaya başladılar. Zurna’ya verilen “ Cor des Turcs “, “ Cornet des Turcs “, “ Corne Turc “ isimleri bu yüzyılın mahsulüdür. Macaristan’da ise zurna Türkler’den gelmeliğini ve “ Török sip “, “ Taragato sip “ isimlerinde muhafaza etti.
Zurnazen Minyatür 15 -18 YY
Sibirya’nın öbür uçunda yaşayan Yakut Türkleri bile “ surna “ adıyla bu çalgıyı kullanırlardı. Gerçi öz Türkçe’de “ z “ ile başlayan söz yoktu ama, “s”’nin zeleşmesi ve zeli yansıtma kelimeler epey olmuştur. Zurna en ünlü halk kelimemizdir. İran’daki Türkmenler dahi zurna deyip, asıl İranlılar halen “ surna “ nın sonuna y bulundurmadan kullanıyor ve yazıyor. Esasen onların halk dilinde “ nay “ flüt, fakat “ ney “ kamış demektir. Surna’nın “ dernek neyi “ sanılması dilcilik bakımından halk etimolojisinden başka bir şey değildir. Zurna, zurnamak ( zurlamak ) yansıtmasının baş kısmı mahiyetindedir.(Zırlamak kaba düşmüştür ) ; Turna yapısında Türkçe sözdür. Sonundaki na eki Farsça nay olamaz, çünkü kelime o dilde yoktur.
Eski Ferhenk kitaplarında Surna’nın öbür adı “ nay-i türki “‘dir ki, menşee atıftır.
Rusça’da ve Kafkas dillerinde hep zurna söylenişiyle bilinir. Yunanistan’da zurnas , Arnavutça’da zurne olmuştur. Gürcü konuşmasında “zurna “ varsa da., onlar boruya zurnavi derler. Asya’da cura zurnaya “zurnayçe “ derler; bu ad Farsça’da yoktur. İran’da bilinmez. Asya’da baştan başa zurna vardır. Macarların “ torok-sip “ ( taragato sipsisi ) ve “ haborn sip “ dediği çalgıya “ Ragoczpfeife “ de denilmiştir. Rakoci düdüğü demektir, zurnadır onun cura boyudur. Macarlar Kabazurna’ya “ taborsip “ ( davul sipsisi) derlerdi. Rusya’da “ zurna, vaktiyle Tatarlar’dan gelip ordu mızıkasında yer almıştı “ Çince’de “ r “ bulunmadığı için onlar “ su - na “ derler.
Şimdi dikkat edelim: Asya’nın Türkçe diyeklerinde sarnamak, sarrına gibi fiiler ezgilemek demektir. Mesela, Kaybol Türkçesin’de sarancı, şarkıcı ezgici anlamıyla vardır.Bir Türk diyeleğinde sarra, doğrudan doğruya zurna demekmiş. Zurna’nın menşei Orta Asya ve adının bir yansıtma olduğu her şeyden seziliyor.
Yaylı ve tezeneli çalgılar gibi, sepki ve ötkü çalgılar da Türk kültür tarihi açısından araştırıldığında türlü problemlerle karşılaşılıyor.
Mesela : zurna adının Farsça “ sur “ ( düğün, dernek ) ve “ nay “ (kamış) kelimelerinden birleşildiği ferhenklerde o kadar tekrarlanmıştır ki, Kaşgarli Mahmt’un onu Türkçe sözler arasına almasına o yorum engellik edebilirdi. (Arapça kadar Farsça da kaynağından ana dili gibi biliyordu ) Öktü çalgısı olarak Sıbızgu ( ar, el-miramar ) ve borgu ( ar, el-buk )’dan göz açmada yetindi. ( M.XI. yy. )
İbn-i Mühenna’da ferhank yorumunun etkisi altındadır. Lügatının Türkçeler bölümünde Arapça “ el - burgi “ karşısında burgucu, Moğolcalar bölümünde “ el enbübe “ karşılığı boru adlarını verdiği, bug çalana Moğalların da burgucu ( sorgucu ) dediğini halde, zurnaya yer vermiyor ( XIV. yüzyıl. ). Halbuki zurna M. X. yüzyılda bile Asya’da davulun arkadaşlığı ile yaygındı. ..
Karşımıza şu sorular çıkıyor ;
1.) Surna, Farsça’ya göre ters düşen bir istinadır. Çünkü Galatat adlı kitapta şöyle deniliyor ; “ surnay’ın aslı nay-i sur olup, alemiyete nakilde muzafı ileyhin takdimi ve harf-i sav ile surnay olmuştur “
2.) Birleşiminin “ sur “ kısmı mesela siketik bir kelime olamazmıydı? ( hatırla : Sur-i israfil ) Yahut, eski Yunancanın ( syrinx “ ( oku-surink ) çeşidi? Tepesinde kamış takılı çeşidi?- Doğudaki Karaçuk kentinin Farsça adıyla Farabi diye ünlü bir Türk Hekimi’nin “ kitab-ül Musiki “ adlı arapça telifinde sözü geçen çalgının adı surnay, kimi de suryani diye yazılıdır. Suriye ney-i mi kestedilmiştir? - Hayır.
3.) Başka bir mesele ; Ferhenklerden surnanın ikinci bir adı “ may-i türki “ dir ve Fars şiirinde bu atıf geçmiştir. Hem de Türk’ün savaşçılığını anan şiirdir.
Surnay birleşimindeki “ sur “ üstteki maddelere göre istifhamlı kalınca “may “ kısmı da şüphe edinir. En eski kaynaktan Türkçe’ye göre düşünürsek, mesela ; kelimenin “ na “ eki Farsça may değildir ki zurna da bu tipte bir Türkçe kelimenin sonunda “ y “ esi hiçbir zaman bilinmemiştir diyebiliriz.
5.) Farabı’nın asırdaşı Harezmi, “ Mefatih-ül İslam “ ansiklopedisinin musiki bölümünde şöyle diyor : “ Sırnay, suffare’dir ve keza yerağ’dır “ Sırnay, ötrö hareketiyle surnay da okunabilirse de, bu doğrumudur? Anadolu’dan Halimi’nin “ Bahrülgaraib “ tercümesinde şöyle deniliyor ; “ Sirna, zannı ile tahfif edüp zurna derler “ ( XV: yy. ortaları ) Musikici hayatları kitabı “ Atrab-ül Asar “ ‘ın yazırı Musikışinas Şeyhulislam Esad Efendi şöyle diyor ; “Sipsi, kürekçiler beyninde nizam vermek için gemi ve çektiride çaldıkları düdük makulesidir. Arabısi hanek ve Hubruka’dır. Farissisi sirnay’dır, Sıne, nışe’dir. “ Görülüyor ku, Farsça’da surnadan başka bir de sirnay SİRNAY varmış. Kelimenin baş harfi esre okumak gerektiğini Halimi ururla belirmiştir. Esad efendi de esre harekeliyor, ayrıca da ZURNA maddesinde “ bu kelimenin Arapça imlası sunnaç olduğunu ( ki cim harfi g’de konabilir ) Arapça’da buna saffare de denildiğini, Farsça’da hakı, şahnay ( şehnay ) anlamdaşları bulunduğunu ayrıca düzey yaput surgin ve sungin, bir de surna’nın zurna olduğunu “ yazarak : galiba türkide olan zurna iş bu sunnadan galattır “ diyor .
Zurnanın çeşitlerini görüp kıyaslayarak incelemek genel orgonolojinin ayrı bir problemi olarak himmet beklemektedir.
Haritası dünya çapındra olan zurna tipi hakkında sorumluluk böylesine çatallı olunca, Boru, Buk, Kacal, Çifte Kaval, Tulum Zurna gibi türlerin problemleri ona göre baştan tasarlanabilir. Şu veya bu türün çağları arasında uzun ömürlü standart tipler mevcut olabilmişmidir?
Çeşitler, bir yandan türlü imkanlar ile ülkeden ülkeye yayılarak kimi gelişir, kimi fakir düşüp düdükleşir ve hatta tip değişikliğine uğrarken; bir yandan da adları dilden dile çetrefil haller alıyor, etimoloğu şaşırtıyor, onu yanlış yorumlara saptırıyordu. Misalı yine zurnamızdan alalım; Çin dilinde “ e “ sesi hiç bulunmadığı halde zurnaya sü-na, yahut süo-na veya hatta soü-ol-nay deniliyormuş.
Çeşitli boyları da türemiş , Asya’nın bir Türk lehçesinde sarra, zurnadır. İslam dillerinde “ surla “ adı gerçi başka bir düdük çeşitine geçmiş görünüyor ama, çeşit farkı yüzünden etimolojisi de işbucaya bağlı ve ayrı tutulmuştur v.s...
Kimi de kelimeye takılan sıfat ekleri dilce açık olduğu için intikal yollarında sarahat var : Mesela; Fransız şarkıyatçısı Willoteau geçen yüzyıl başında Mısır’da “ kaba zurna “ ile “ Cura zurna “ ikiliğini bulduğundan adlarının Türk kültürüne aidiyeti açıktır.
Zurnazen 18 yy
Anadolu kültürü dışında Miladi onuncu yüzyıl, ve hatta daha önce zurna adı metinde geçer. Firavunlar devrinin Mısır’ından kabatmada resmi bulunduğu için, yakın doğudan kıdem derinliği biliniyor. Yunan’a geçmiş: tepesine kamış takılı aulos tarifi vardır. Asyalı’lar taş üzerine resim kazınmasını İlkçağ’da bilmediklerinden oralardan arkeoloji belgeleri yoktur.
Anadolu’dan zurnayı anmış en eski Türkçe kayıtlar bulunabildiği kadarına göre XIV: yüzyıldandır : Mesela Dede Korkut hikayelerinde “ zurnacı “ ile “ nakkareci “ düğün türeni münasebetiyle iş başında anılırlar. İbn-i Batuta, Anadolu Ahı tekkelerinde konuk kaldıkça esnaf keşekküllerinin ve efelerin her yerde davul zurnasını dinliyor. Asya ve Kırımda da tabl-i han’lar görüyor. Hatta zurnaya Faslılar’ın kullandığı gibi “ gayda “ denildiğini işaretliyor.